Son yıllarda çok genç yaşlarda patronluk ya da üst düzey yöneticilik koltuğuna oturmuş arkadaşlar tanıdım. Bunlardan birkaçıyla da çalışma fırsatı buldum.
Hangi okulu bitirmiş, hangi deneyimlere sahip olmuş ya da hangi senaryo ile bu role soyunmuş olurlarsa olsunlar genelde gözlemlediğim şey o ki; bu arkadaşların en çok zorlandıkları şey ekip yönetimi.
Her türlü yöneticilik ve liderlik pozisyonunun gerektirdiği birincil işlev ekibi yönetmek. Bu işin olmazsa olmazı da ilişki yönetimi ve iletişim.
İlişki yönetimi ve iletişim yeteneği her insanda aynı olmaz ve mutlaka geliştirilebilir becerilerdir. Bu gelişim en çok yaşayarak, deneyimleyerek ve yanılgılardan ders çıkartarak olur. İnsan biraz da yaşadıkça, yaş aldıkça, olgunlaştıkça bu özellikleri kazanır.
Uzun süre bu tür pozisyonlarda görev almış biri olarak otuz beş yaşımda yaptığım yöneticilik ile kırk beş yaşımda yaptığım yöneticilik arasında dağlar kadar fark olduğunu görüyorum. Ve bunu bu yaşımdan geriye doğru baktığım zaman fark edebiliyorum.
Peki bu farkı oluşturan unsurlar neler derseniz,
1. Egona yenik düşmemek: Olgunlaştıkça egolarınızdan yavaş yavaş sıyrılıyorsunuz. Eskiden olsa gurur yapacağınız, hırsınıza yenik düşeceğiniz durumlarda bu duyguların ne kadar gereksiz ve sırtınızda yük olduğunu bilerek daha makul davranabiliyorsunuz.
2. Sakin kalmayı becerebilmek: Kritik ve önemli kararlar arefesinde, özellikle kriz zamanlarında sakin kalabiliyorsunuz. Çünkü biliyorsunuz ki daha önce sakin kalamadığınızda panik yaptınız ve bu panik size hep hata yaptırdı.
3. Baskıyı yönetebilmek: Yönetim ve liderlik pozisyonlarının en büyük zorluğu karar almayı gerektirmesidir. Hızlı, yavaş, doğru, yanlış, uzun vadeli, kısa vadeli olabilir. Ama mutlaka karar almak zorundasınızdır. Ve bu kararlar genelde birden fazla insanı etkiler. Bu da ister istemez baskı oluşturur. Bu baskıyı yönetmek de genç yaşlarda (eğer çocuk yaşlardan beri karar alma konsunda idmanlı değilse) neredeyse imkansız hale gelir.
4. Hata yapmaktan korkmak: Yeterince hata yapmamış herkes hata yapmaktan korkar. Çünkü hata yapmanın eşsiz öğreticiliğini henüz tatmadığı için onu zalim bir bitirici olarak kodlar. “Hata yaparsam duman olurum!” düşüncesinden “Evet hata yapabilirim, çünkü daha önce de yaptım, hem de o kadar çok yaptım ki artık kolay kolay hata yapmamayı öğrendim” moduna geçmek biraz zaman alıyor.
Düşünsek daha pek çok madde sıralarız. Ama özünde bu kadarıyla maksat hasıl olmuştur diye düşünüyorum.
Genç patron ve yöneticilere tavsiyem, bu konularda bir bilene danışmayı normalleştirmeleridir. Bunun adı deneyim transferidir. Bu kişi bir aile büyüğü, bir tanıdık veya bir danışman olabilir. İlla tek kişi olması da gerekmez. Hatta farklı konularda deneyimleri olan birden fazla kişiyle istişare etmek daha iyi olur.
Sadi Şirazi’nin çok sevdiğim beyitiyle bitireyim;
Bilmez ki sorsun, bilse sorardı.
Sormaz ki bilsin, sorsa bilirdi!