Delikanlılık yıllarımda çok dinlediğim bir Orhan Gencebay şarkısı, geçenlerde bir video sitesinde dolaşırken karşıma çıktı, tıkladım. Şarkının girişi müthiş bir melodiyle başlar. Yıllardır dinlememiş olmanın özlemiyle bir yandan tempo tutarken bir yandan da gözlerimi kapatıp sağa sola salınmaya başladım. Derken büyük usta söylemeye başladı…
Bir özürle dil aşınmaz,
Seven kalp ile oynanmaz.
İnsanım ben taş değilim,
Can çıkmazsa huy da çıkmaz.
Her yerde bir mucize var,
Bakıp bakıp görmedin mi?
Sevgi dolu her tarafta,
Sen ömründe sevmedin mi?
Girmedin mi girmedin mi?
Sen bir gönle girmedin mi?,
***
Kalbi, sevdiği tarafından kırılmış bir insanın, sevdiğine karşı nahif sitemini dile getirdiği bu şarkıyı onlarca kez dinlemiş biri olarak, tüm sözlerini ezbere bilmeme rağmen bir şey ilk kez dikkatimi çekti.
Sitemine başladığı cümle…
Belli ki, sevilen bir yanlış yapmış, en azından sevenin sevdiğine yakıştıramadığı, konduramadığı, ondan beklemediği bir şey yapmış.
Belli ki, sevilen sevildiğini biliyor, bunun farkında, belki hatasını da biliyor ama umursamıyor.
Belli ki, seven çok seviyor, bu yüzden yapılana çok üzülmüş, ama her şeye rağmen olanları unutmaya hazır ve beklediği sadece tek bir özür.
Başka hiçbir şey değil, sadece içten ve gerçek bir özür. Kuvvetle muhtemel ki, bu beklentisini de bir şekilde sevdiğine belli etmiş, belki de açıkça söylemiş.
Ve belli ki; o özür gelmemiş.
Sonunda bizimki dayanamamış ve haykırmış…
“Yeter artık! Bir özür dilesen ne olur? Dilin mi aşınır? Başına taş mı düşer? Kıyamet mi kopar? Bu kadar zor mu özür dilemek? Bu konuda hatalı olan sensin. Biliyorsun ki seni çok seviyorum. Ama seven kalple de bu kadar oynanmaz ki? İnsanım ben, taş değilim. Ama biliyorum ki, sen de dilemeyeceksin. Çünkü senin tabiatın böyle, huyun bu. Ve biliyorum ki; can çıkmazsa huy da çıkmaz…”
Peki neden böyle oldu sizce?
Bu sözlerin muhatabı neden özür dilemedi?
Gerçekten özür dilemek bu kadar zor mu?
***
Bir şeyin zor veya kolay olması ona verilen değerle, yani onun önem derecesiyle ilgilidir. Bir şeyin bizim için önemli ve önemsiz oluşu da bizim ona yüklediğiniz anlamla ilintilidir.
Rahmetli Doğan Cüceloğlu’nun bir konferansında dinlediğim bir örnekti. Değerlerle ilgili konuşurken kendini dinlemeye gelenlere şöyle bir soru sormuştu:
“Şimdi şu mutfaktan bir dilim ekmek getirsem ve size desem ki; bu ekmeği alıp yere atarsan, üzerine ayağınla basarsan ve onu iyice ezersen sana bir milyon lira vereceğim. Kimler bunu yapar, lütfen el kaldırsın?”
Hiç kimse el kaldırmamıştı. Çünkü bunu hiç kimse yapmazdı, yapamazdı. Aslında görünüşte son derece kolay bir şey olmasına rağmen ve maddi anlamda çok büyük bir karşılığı olmasına rağmen hiç kimse bir ekmeğin üstüne basamazdı. Bırakın basmayı, böyle bir şeyi aklına bile getirmek, gözünde canlandırmak bile onları rahatsız ederdi. Çünkü ekmek, onlar için çok değerliydi, adeta kutsal bir nesneydi. Ekmek oradaki herkes için pişmiş bir hamur parçasından çok daha fazla bir anlam ifade ediyordu. O yüzden Doğan Hoca’nın istediği şey, mantıken ve fiziksel açıdan çok kolay bir şey olsa da manevi ve duygusal açından imkansızdı.
Bu açıdan baktığınızda özür dilemek insanlar için çoğu zaman hiç de kolay bir şey olmuyor. Çünkü her şeyden önce bir ‘nefis mücadelesi’ yapmayı, “evet kabul ediyorum, ben bu konuda hata yaptım” demeyi gerektiriyor.
Eğer, gerektiği hallerde ‘özür dileme’ konusuna ‘Aman, altı üstü iki kelime, söylerim olur biter” diye bakıyorsanız bu sizin için çok kolay bir hale gelebilir.
Bir zamanlar bir hikâye okumuştum.
Zamanın birinde öfkeli ve hırçın bir çocuk varmış. Bu çocuk olaylar karşısında kolayca öfkeleniyor, bir anda hırçınlaşıyor, etrafındakilere bağırıp çağırıyor ve sıklıkla insanların kalbini kırıyormuş. Sonradan üzülüyormuş ama bu şekilde davranmaktan da bir türlü kendini alamıyormuş.
Yine bir gün küçük kardeşiyle oynarken çok sinirlenmiş, birden hırçınlaşmış, ona bağırıp çağırmış ve kardeşi de ağlayıp odasına gitmiş. Çocuk birkaç dakika sonra sakinleşip yaptığından üzüntü duymaya başladığında yanına babası gelmiş. Elindeki torbayı oğluna uzatmış. Çocuk şaşkınlıkla torbayı eline aldığında fark etmiş ki torba epey ağır. Açıp baktığında torbanın çiviyle dolu olduğunu görmüş. Şaşkınlıkla “ben bunları ne yapacağım” dermiş gibi bakarken babası lafa girmiş:
“Bundan sonra bir daha ne zaman sinirlenip hırçınlık yaparsan, bu çivilerden birini alıp arka bahçedeki çitlere çakmanı istiyorum, anlaştık mı?”
Çocuk çok anlam veremese de üzüntü ve pişmanlığın verdiği bir uysallıkla cevap vermiş: “Anlaştık!”
Çocuk, ilk gün tam otuz iki çivi çakmış. Çivileri çakarken epey de yorulmuş. Ertesi gün daha az, bir sonraki gün daha az derken, çocuk zamanla, öfkesine hâkim olmanın arka bahçeye gidip çivi çakmaktan daha kolay olduğunu fark etmiş. Sonunda tamamen öfkesine hâkim olur hale gelmiş ve gidip bu durumu babasına sevinçle anlatmış. Babası bu defa;
“Güzel… Şimdi senden bir şey daha istiyorum. Kendini tutabildiğin her gün için çivilerden bir tanesini çitlerden sökeceksin. Anlaştık mı?”
Çocuk yine şaşırmış, biraz da canı sıkılmış ama babasının bir bildiğinin olduğunu düşünerek “tamam” demiş.
Günler, haftalar, aylar geçmiş ve nihayet çitlerdeki tüm çiviler yerinden çıkmış. Çocuk sevinçle babasına koşmuş:
“Babacım, bugün çitlerdeki son çiviyi de söktüm. Artık çitlerde çivi kalmadı, hepsi bitti.”
“Aferin oğlum! İyi iş becerdin ve öfkene hâkim olmayı başardın.” demiş babası ve çocuğun elinden tutup onu çitlerin yanına götürmüş. Eliyle çitlerdeki çivi deliklerini göstermiş.
“Şu çitlerdeki delikleri görüyor musun? İşte o çitler bir daha asla aynı olmayacaklar!” demiş ve devam etmiş:
“Öfkelenip de kötü sözler söylediğinde, hakaret ettiğinde, insanların kalplerinde yaralar açmış olursun. Tıpkı bu çitlerde gördüğün delikler gibi… Ardından özür dilesen bile o yaraların izi hep orada kalır. Onun için ‘nasılsa özür diler kendimi affettiririm’ demek yerine, sonradan özür dilemek zorunda kalacağın şeyleri yapmamak için uğraşmalısın!”
***
Evet, özür dilemek pek çok kişi için zor bir eylem.
Ama bizler için, yani Türkçe konuşanlar için bir tık daha zor olduğu söylenebilir.
Çünkü biz özür dilerken “özür dilerim” diyoruz. Yani özür bizim için karşı taraftan ‘dilenen’ bir şey. Söylerken muhatabımızdan ‘özürlü’, yani ‘mâzur’ görülmeyi talep ediyoruz. Sadece bu durum bile bilinç altındaki ‘ben’ e ağır geliyor. Örneğin İngilizce’de özür dilemek için “I am sorry” yani “üzgünüm” deyip geçiyorsunuz. Biraz daha ciddi durumlarda kullanılan “I apologize” ifade tonu olarak ‘hem özür hem savunma’ içeren bir anlam taşıyor. Yani Türkçe’deki gibi bir ‘dileme, talep etme’ durumu yok.
İnsan nefis sahibi bir varlık. Doğasında önce ‘kendisini sevme’ ve bununla birlikte kendine atfettiği bir ‘saygınlık’ var. Bu saygınlığa gölge düşüren her durum insana zor geliyor ve kişinin o durumun gerektirdiği davranıştan kaçmasına sebep oluyor. O yüzden “özür dilerim” diyebilmek aynı zamanda bir erdem ve her babayiğidin harcı değil.
İnsan eksik bir varlık. Ve hep eksik kalacak. Bu eksikliğinin farkında olduğu sürece kıymetli olacak. Bir nevi eksikliğini bildikçe fazlalaşacak. Çünkü hata yapmaya devam edecek. İşte bu serüvende önemli olan bu hataların, yanlışların farkında olmak. “Bu yaptığım büyük bir hataydı.” diyebilmek cesaret gerektirir. Evet, bu rahatsız edicidir ve eğer yaptığı hatalar bir insanı rahatsız ediyorsa bu onun vicdani açıdan sağlıklı olduğunun göstergesidir.
İnsan aynı zamanda sosyal bir varlık. Yani hayatını sürdürebilmesi için başka insanlarla birlikte yaşaması, bunun için de onlarla ilişki kurması gerekiyor. İlişki, Arapça’da ‘bağ, bağlantı, bağlanma’ anlamına gelen ‘alâka’ kelimesinden geliyor. Yani bir ilişkinin söz konusu olması için en az iki insanın bir araya gelip birbiriyle bağ kurması gerekiyor. Bu da aslında hiç kolay bir süreç değil. Çünkü iki ayrı insan demek, aynı zamanda iki ayrı âlem demek. Her insan kendi hikayesi, kendi değerleri, kendi tercihleri, kendi doğruları olan ayrı birer âlem. O halde insanların kurdukları ilişkilerde zaman zaman sorun yaşaması çok normal. Eminim ki hepimiz bu tür sorunlarla karşılaşmışız ve çoğu zaman istemediğimiz halde, bilerek ya da bilmeden birilerini kırmış, incitmiş, kızdırmış, belki de küçük düşürmüşüzdür. İşte böyle durumlarda ilişkiler hasar görür. Nasıl ki binalar hasar gördüğünde restore ediliyorsa, ilişkilerin restorasyonu da özür dilemekle mümkün.
***
‘Özür dileme’ iki tarafın birbiriyle iletişim kurmasını gerektiren bir durum. Ben de bir iletişimci olarak bu süreci her iletişimcinin yapacağı gibi üç boyutuyla ele alacağım. Öncesi, esnası ve sonrası…
Öncesi…
Kimse kimseden durup dururken özür dilemez. O yüzden özür dilemeden önce, özür dilenecek bir durumun oluşması lazım. Bunun için ilk aşamada kişinin bir davranış sergilemesi ve bu davranışın karşı tarafı incitmiş, kırmış olması gerekiyor. Bu davranışta bulunan kişi, karşı tarafı kırdığını fark ettiğinde önünde iki yol var: Ya “bunun benim için bir önemi yok” deyip kayıtsız kalır ki bu durumda ilişki biter. Ya da ilişkiyi sürdürmeyi tercih eder, yani restore etme yolunu seçer. İşte özür dileme bu ikinci seçimin sonucunda olur.
Davranış sahibi, olaya muhatabının gözüyle bakar ve onun bu değerlendirmesini kabullenir. Bu, kişinin yaptığı davranışın yanlış olduğunu kabul ettiği anlamına da gelebilir, ya da bu davranışın yanlış olduğunu düşünmeyip sırf karşısındakine değer verdiği için, davranışının onda yarattığı tesirin olumsuz sonucunu telafi etmeyi göze aldığı durumlar da olabilir. Bu yüzden Sigmund Freud “Özür dilemek sizin haksız olduğunuz anlamına gelmez. Karşıdakine verdiğiniz değerin egonuzdan yüksek olduğunu gösterir” demiştir.
Esnası…
Bilerek veya bilmeyerek yapılan bir davranış sonucu, gerçekten isteyerek ya da mecbur kaldığınız için özür dileme noktasına geldiğinizde artık hakkını vererek özür dilemelisiniz. Hakkını vererek özür dilemenin dört aşaması var.
Bir… Karşı tarafa hatanızı anladığınızı hissettirmelisiniz. Gerçekten pişmansanız, vicdanınız rahatsız olmuşsa zaten her haliniz bunu söyler. Ama hata yaptığınızı düşünmüyor veya pişmanlık duymamanıza rağmen özür dileme yolunu seçmişseniz, bir şekilde “ben hatamı anladım” mesajını vermeyi başarmalısınız. Aksini kesinlikle karşı tarafa söyleyemezsiniz. “Aslında özür dilenecek bir durum olmadığını düşünüyorum ama…” diye başladığınız bir özür cümlesi etkisiz ve gereksizdir.
İki… Karşı taraf için üzüldüğünüzü, onu anladığınızı, bu davranışla ilgili sorumluluk alacağınızı, hatayı düzelteceğinizi ve bir daha tekrarlamayacağınızı ifade etmelisiniz.
Üç… Neden özür dilediğiniz açık bir şekilde ifade etmelisiniz. İşte size birkaç örnek:
“Seni kırdığım için özür dilerim”
“Seni başkalarının önünde küçük düşürdüğüm için özür dilerim”
“Bu işi berbat ettiğim için özür dilerim.”
Özür dilemek, muhatabınızın değer yargılarını, değerlendirmelerini kabullenmenizi gerektirir. Bu yüzden “sen öyle diyorsan veya algılıyorsan özür dilerim” veya “ben öyle düşünmüyorum ama madem sen öyle diyorsun…” gibi cümleler özürden sayılmaz. Bu tür cümleler şartlı bir cümledir ve şartlı özür, özür değildir.
Dört… Onun gözlerinin içine bakarak, mümkünse tüm bedeninle ona dönerek, ciddi ve biraz da üzgün bir ses tonuyla ona değer verdiğini söyle ve finalde mutlaka “özür diliyorum” ifadesini kullanmalısınız.
Sonrası…
Özür diledikten sonra karşı tarafın tepkisi çok önemli. Eğer özrünüzü kabul etmiş ve ikna olmuşsa işiniz nispeten daha kolay. Ama tatmin olmamışsa, kırgınlığı hala devam ediyorsa ya da özrünüzü kabul etmemişse, duruma, kişinin ruh haline ve sizin niyetinize göre farklı yollar izleyebilirsiniz. Ama genelde söylediklerinizi tekrar etmeniz pek işe yaramaz, karşı taraf pişman olduğunuzu ve bir daha aynı şeyi yapmayacağınızı gerçekten görmek, deneyimlemek isteyecektir. Bu durumda en iyi yolu işi zamana bırakmaktır.
Ama her iki durumda da, yapacağınız en önemli şey, aynı rahatsız edici durumu karşı tarafa bir daha yaşatmamak için sarf edeceğiniz çaba, göstereceğiniz özen ve samimiyetiniz olacaktır.
***
Toplumdaki genel kanı, özürün bir kabahat işlendiği için dilendiği üzerinedir. Halbuki kabahat ve suç özür dileyerek geçiştirilemez, genellikle cezalandırılırlar. Özür ise bozulan ya da bozulma ihtimali yüksek olan ilişkiyi restore etmek için dilenir.
Özür dileme eylemi, insanın sevgi, saygı, geniş gönüllülük, duyarlı olma, pişmanlık duyma, vicdanlı olma gibi özelliklere sahip olmasını gerektirir. Bu yüzden kesinlikle zayıflık değildir. İyi insan işidir, cesur insan işidir, delikanlı insan işidir. Sözün özü; insan işidir!
Ne demişti Orhan Baba?
BİR ÖZÜRLE DİL AŞINMAZ!